5 Mart 2015 Perşembe

Kendileri İle Savaşanlar (Kleist, Nietzsche, Hölderlin)- Stefan Zweig


Stefan Zweig'in bir edebiyatçı titizliğiyle kaleme aldığı bu biyogrik eser, hem edebiyatseverleri hem de biyogrofi tutkunlarını aynı ölçüde etkileyecek cinsten. Salt gerçekliğe kattığı tutarlı, belki biraz esprili yorumlarıyla Zweig, romancılığının ve öykücülüğünün altında kalmıyor kesinlikle; hatta tespitleriyle, şahsına has çıkarımlarıyla bir kademe üstte bile olabilir belki bu biyografi. Zweig; Kleist, Nietzsche ve Hölderlin arasında temelde bir benzerlik kuruyor ve bütünüyle farklı hayatlar yaşayan, farklı fikirlere, karakterlere ve ruh hallerine sahip bu üç kişiyi "kendileriyle- içlerinden gelen tarifi zor bir güçle- savaşma" noktasında birleştiriyor. Onların yalnızlığını, coşkusunu, kimseler tarafından anlaşılamayan tutkularını, eserlerine yansıdığından da ötesine değinerek tarif etmeye çalışıyor. Üstelik bunu çağdaşlarıyla- bilhassa da Goethe'yle
- kıyaslayarak yaparak, okuyucuya güçlü bir araştırmanın lezzetini sunuyor.

Eserin baş kahramanları her ne kadar Kleist, Nietzsche ve Hölderlin olsa da; yazar Goethe'yi de- umutsuzluğun, mantık dışı tutkuların, aleladeliğin karşı kutbu olarak gördüğü Goethe'yi- hakkını vererek anlatıyor. Okurken sahiden de, Goethe'nin asla trajediye bütünüyle teslim olmayan, hayat ile arasında başarılı bir ilişki kurmayı başarmış, "mantıklı" denilebilecek halinin; bu üç trajik şahsiyetin tam karşıt kutbunda yer aldığına emin oluyor, yazara hak veriyorsunuz.

"Trajik şahsiyet" derken yahut "içten gelen bir güç ile savaşmak" derken neyi kastettiğim, elbette ki üçü için de birbirinden epey farklı. Kleist'ın en büyük düşmanı, dizginleyemediği ve mübalağa etmekten bir türlü vazgeçemediği için gittikçe büyüyen, büyüdükçe de onu kendine esir eden tutkularıdır. Hep, ya bir uçurumun en dibine korkusuzca atlamış ya da göğün en yükseğine çıkmıştır. "Denge"den uzaklaştıkça tutkuya tutunmuş, bu da onu trajik sonuna adım adım hazırlayan en büyük sebep olmuştur. Nietzsche'nin düşmanı ise başka türlüdür. Zweig, Nietzsche için "onun trajedisi bir monodramdır." der. Hep yalnızdır, muazzam doluluktaki düşünceleri, her defasında hiç bozulmayan bir sessizliğin, bir boşluğun karşısına dikilir. Kendi başına savaşmaları, kendisi ile savaşmaları, acı çekmeleri kimseye hitap etmez ve kimse onu dinlemez. Yani ıstırabın en aşırısı, yalnızlığın en aşırısıyla karşı karşıyadır; bu ise onun en büyük savaşıdır. Hölderlin'e gelecek olursak, trajik çöküşünün en başından beri farkındadır o, hatta bu durumu öyle yüceltir ki zaman içinde trajedinin kendisi haline gelir. Hayatını bilmediği bir hisse, bir fikre adamakla ve çocukluğunu her daim peşinde sürüklemekle, sonunu elleriyle hazırlamıştır. Tuhaftır ki, "şiir" olmak isteyen bu ruh, sonunda en büyük idealine bir anlamda kavuşur fakat bunu bile fark edemeyecek kadar kendinden geçmiştir artık.


"Kimse onun eksikliğini duymamıştır ve eğer hayatına öylesine melodramatik son vermeseydi, yokluğunu kimse anlamayacaktı; dünyaya öyle vurdum duymaz, öyle yabancı, öyle kapalı olmuştu."

"Başkalarının azıcık büyüyünce, gençliğin önemsiz bir sıyrığı diye unuttuğu şey, onda bir kanser uru gibi ruhun derinliklerine kadar kendi kendini yer durur."

"Kleist'ın bir kadına, bir erkeğe ilgisi, hiçbir zaman berrak ve yalınkat değildir, asla bir sevgi değil, hep karışık, aşırı bir şey, hep o pek çok ve pek az, cinselliğinin satigması budur."

"Ruhun her ıstırabını, her duyguyu manik, klinik olana, intihar ettirici olana kadar götürür."

"Bu yüzden fazla kızmış bir kazan gibi patladı: Kaderi ölçü değil, ölçüsüzlüktür."

"Hayat Planları çıra gibidir: İlk gerçekle karşılaştığında ateş alır. Ne kadar çabalarsa o kadar beceremez, çünkü yaradılışı, aşırılaştırma yoluyla tahriptir."

" 'Ne yapalım ki ben vücut ve ruh değil üçüncü bir şeyim. Çok çekiyorum ve her şeyimle çekiyorum.' Nietzsche"

"Filozofların hepsi ufak, sağlam, belli adımlarla, kendi seçtikleri bir yolda ilerlerler, oysa Nietzsche hep kovalanıyor havasındadır ve hep sanki kendince bilinmeyen bir yere doğru."

"Nietzsche'nin Alman felsefesine dalışı, 16. yüzyıl sonlarında deniz korsanlarının İspanyol dünyasına girişi gibidir; milletsiz, başsız, kralsız, bayraksız, evsiz barksız, vahşi, yolsuz, başıbozuk bir sürü Desperado."

"Tutku, var olmaktan değerlidir, hayatın anlamı hayatın kendisinden değerlidir."

"Goethe, varlığının bir bölümünü feda etmeksizin kendini genişletir, yükselmek için asla kendini feda etmesi gerekmez, oysa Nietzsche, o değişken adam, kendini yeniden kurmak için hep tamamıyla yıkmak zorundadır kendini."

" 'Bende çocukluk yıllarından, o zamanki kalbimden kalma bir şeyler var, bu henüz en sevgili yanım- bu artan bir yumuşaklıktı... ama işte kalbimin bu özelliği en acımasızca kötüye kullanıldı.' Hölderlin"

"Hakiki edebiyat, bir kaderi kışkırtır."

"Goethe hayatın kendini aşina hissettiği muazzam hazinesini kurtarmak için kaderinden hep kaçarken çelik ruhlu ve yine de zırhsız Hölderlin fırtınalara karşı saflığından başka silahı olmadan çıkar."

"Hölderlin asla (bu onun büyüklüğü ve sınırlılığıdır) dünyayı görmeyi öğrenmemiştir. Dünyayı yalnız şiire dökmüştür."

"Hölderlin, bir yerde huzur bulmaları kendilerine kısmet edilmemişlerin soyundandır. Sevgi bile onu
yalnızca sonra yine daha da vahşi yapmak üzere yumuşatır."

 

1 yorum: