23 Kasım 2014 Pazar

Lolita- Vladimir Nabokov

Şimdi sizlere çok özel bir aşktan bahsedeceğim. Birçok yönüyle yadırgayacağınız ama her şeye rağmen kitap sayfaları arasında ilerlerken kendinizi "İşte gerçek aşk bu." derken bulacağınız bir aşk... Fakat bu cümleyi her söylediğinizde, ciddi bir suça ortaklık ettiğinizin, aldığınız zevke karışan o büyük utancın ağırlığı altında ezileceğinizin de bilincinde olun lütfen. Eğer ruhunuz bu handikapı kaldıramayacaksa, o güce sahip değilseniz Lolita'yı hiç okumayın. Lolita, zayıf ruhların anlayabileceği bir roman değil, olamaz da! Tıpkı Suç Ve Ceza'da olduğu gibi, okurken "suçlu"nun yanında, "suçlu" ile kol kola olacağınız bir roman.
Kahramanımız Humbert- orta yaşlı bir profesör- on iki yaşındaki Dolores'i ilk gördüğünde, öyle derin ve gerçek bir tutkuyla ona bağlanıyor ve onsuz yapamayacağını iliklerine kadar öyle bir hissediyor ki, belki romanın başlarında bu tutkuya öfkeyle yaklaşan okuyucu, zamanla kendi zihninde durumu meşrulaştırıyor. Yine de- baştan beri söylüyorum- aradaki ciddi yaş farkı, her şeyden önce Dolores'in henüz "çocuk" oluşu muhakkak ki rahatsız edici fakat Nabokov bu aşkı öyle bir kaleme almış ki okurken asla "On iki yaşında bir çocuğu kullanan kötü bir adam" şeklinde yorumlamıyorsunuz. Aksine "On iki yaşında bir kıza aşık olmuş, ona bütünüyle teslim olmuş, onun dokunuşları ve sohbeti ve ona ait olan her şeyle hayat bulan; diğer yandan vicdanı ile sürekli savaştığı için yorgun düşmüş zavallı bir aşık" diyorsunuz Humbert için.

10 Kasım 2014 Pazartesi

Daha- Hakan Günday

Hakan Günday ile tanışmam yıllar önce "Kinyas ve Kayra" ile olmuştu. Eğer o kitaptan- kitap demeye dilim varmıyor- bu denli etkilenip, hem Kinyas'ı hem de Kayra'yı- samimiyetle söylüyorum- içimde sonsuz bir boşluk gibi yaşatmamış olsaydım, benim için "Daha" diye bir roman hiç varolmayacaktı. Az, Piç ve Ziyan da varolmayacaktı. (Yalnızca bu beş kitabını okudum Hakan Günday'ın.) Okudum ve benim için varoldular ancak asla Kinyas ve Kayra gibi/ kadar değil. O yüzden olsa gerek, Daha'nın son sayfasını bitirip kapağını kapattığımda, "Seni de sevdim Gazâ ama bir Kinyas değilsin, hele hele Kayra hiç değilsin!" diye düşündüm. Bu paragrafı yazdım çünkü şimdiye dek hiç Hakan Günday okumayanlara söylemek istediğim bir şey var: Kinyas ve Kayra'dan başlayın, dilerseniz orada bırakın. Ama devam etmeyi seçerseniz de, aldığınız o lezzeti bir daha alamayacağınızın bilincinde olun.
Tekrar ediyorum: Gazâ'yı sevdim! Bir insan kaçakçısı olan Ahad'ın çaresiz oğlu Gazâ... Çocukluğunun tek otoritesi- kötülüğü- sevgisi olan Ahad'dan kaç yaşına gelirse gelsin ve nerede olursa olsun bir türlü kurtulamayan Gazâ... Babasının depoda bekletip sonra da sözde daha iyi bir hayata uğurladığı o yoksul insanların arasında hayatı en hakiki şekliyle öğrenmek zorunda kalan ve bir "çocuk" olduğu herkesçe unutulan Gazâ... On yaşında tecavüze uğrayan, on dördünden itibaren ise depodaki kaçaklara defalarca tecavüz eden Gazâ... Gazâ, tüm ruhuyla ve bedeniyle doğmanın bedelini ödeyenlerdendi bana göre. Küçükken babası yüzünden öldürdüğü- evet, bence babası yüzündendi- Cuma'nın vicdan azabıyla yaşadı, bu azapla öldü, bu azabın peşini özgür iradesiyle bir türlü bırakmadığı için öldü Gazâ, tam da Cuma'nın yaşadığı yerde, öldü.
Tabi hikayeyi detaylı anlatıp da size "okumuş kadar oldum" hissiyatı yaşatmayacağım ama bir yer var ki bahsetmezsem olmaz: Gazâ'nın Ahad'dan, yani babasından, kurtuluşu hikaye için kocaman bir dönüm noktası, bir milat oldu. Hem intihara hem de kazaya benzeyen bu şey, Ahad'ın direkt olarak hayatına mâl olurken, Gazâ'yı ise yaşayan bir ölüye çevirdi. Kitapta Gazâ'nın aklını tam manasıyla ne zaman yitirdiği belirtilmemiş ki zaten mutlaka bir ömür birikmesi sebep oldu buna ama bana göre, zihindeki delirmenin ilk ateşi Ahad'ın ölümüyle gerçekleşti. Aynı zamanda romanın Kandalı adlı kasabadan İstanbul'a, oradan Ankara'ya ve oradan da tüm dünyayı dolaşıp Afganistan'da son bulan kısmı başlamış oldu.
Gazâ babasından ve insan kaçakçılığından kurtulup kendi hayatı için bir şeyler yapmayı planladı ama Kandalı'daki o insan deposu tüm hücrelerine o denli işlemişti ki, Gazâ'nın kendisi artık öyle bir depo olmuştu ki, kusursuz işleyen zekası bile onu normalleştirememişti. Nihayetinde bu durumu kabul etti ve kendini Cuma'nın- çocukken öldürdüğü adamın- kollarına bıraktı.