17 Mart 2015 Salı

İçimizdeki Şeytan- Sabahattin Ali

Sabahattin Ali'nin okuyucuya müthiş bir edebiyat ziyafeti sunduğu, her eserinde farklı bir lezzette fakat daima aynı müthişlikte, aynı üslup güzelliğiyle bizleri adeta büyülediği şüpheye mahal vermeyen bir gerçektir. Fikrimce, Türkçeyi en duru, en nazik kullananlardan biridir. Ayrıca kendi döneminin kelimeleriyle şimdiki neslin kalbinde- maalesef- nostaljik duygular uyandıran bir ustadır o. Bu sebeple, onun kitabıyla ilgili fikir beyan ederken, her zamankinden daha dikkatli olmaya çalışacağım.

Roman; Ömer, Macide, Bedri ekseninde dönerken ve bu üç karakterin birbiriyle trajik, bir taraftan da "büyülü" denilebilecek karşılaşmalarını anlatırken, vermek istediği mesaj, çok daha derinlerdedir, ayrıca mesajın mazisi
, ilk insanın varlığı kadar eskidir. Sabahattin Ali; insanın zayıflığına, kötülükle kardeş olduğu kadar iyiliğin de elinden tutan çetrefilli hallerine, ne kadar kültürlü- tabiri caizse "aydın"- olsa da, o hep ötelediği vahşiliğinin uygun şartlar oluşur oluşmaz gün yüzüne çıkışına, üstelik de toplum bazında bakıldığında, tüm bu durumların tabii karşılandığına değinmiştir. Değinmekle de kalmamış, her şeyi aşkın, tutkunun, koyvermişliğin süzgecinden geçirip öyle sunmuştur okuyucuya.

Ömer, hiç şüphesiz, demin bahsettiğim bu "güçsüz" insanın bir sembolüdür; o, karmaşanın, sanatkâr bakışın vücut bulmuş, somutlaşmış hali gibidir. Mantığından adeta bilinçli olarak kaçan bu çocuk ruhlu ve bittabî erkeğe evrilmiş şahsiyetin, ondan kelime anlamıyla daha güçlü, belki daha dirayetli fakat neticede yine duygularının esiri, yine rüzgarın estiği yönde sürüklenen Macide'ye duyduğu aşk, hikâyenin temelidir, çıkış noktasıdır. Ömer ve Macide, hiç karşı koymaksızın kapılırlar birbirlerine, onları bu yola iten- yani birlikteliğe iten- sadece aşk olmasa da, daha başka, daha maddi etkenler bu işte rol de oynasa, sonuç değişmez; mühim olan birlikte olmalarıdır. Ancak daha en başından bu aşk, sorunlara gebedir; sorunların en büyüğü Ömer'in kendisidir. Zira o gerçekte, delice aşık olduğu Macide'yi yanında isterken, her daim yaptığı gibi gerçekleri bir kenara itelemiş ve toz pembe hayallerin güzelliğine kapılmıştır. Macide de ondan farklı değildir. Yine de, bir şekilde, hafif sallantılı da olsa bir uyum, bir ahenk yakalamışlardır. Ta ki gün gelip de, Macide'nin lise aşkı Bedri, ikisi arasında belirinceye kadar... Bedri, hem Ömer'in dostu, hem Macide'nin eski aşkı olarak; sadece bu ilişkinin ahengini bozmaz, aynı zamanda- benim kesin emin olduğum bir şekilde- bir tuhaf dengeye evrilmesini sağlar.

Selim İleri'nin hazırladığı önsözde; kitapta Peyami Safa, Atsız gibi bazı kişilerin ağır ithamlarla yerildiği yazıyor. Elbette ki gerçek isimleriyle yer almıyorlar kitapta ama okurken, bazı tahminler yapmak mümkün oluyor. Şayet sizin için önemliyse, okurken buna da dikkat edebilirsiniz.


"Mektepteki hayat, okuduğu kitapların ve dinlediği derslerin anlattığı şeyler onun, elli sene evvel taş kesilip olduğu yerde kalmış gibi hakikatten uzak olan evinden ve oradaki yaşayıştan tamamen ayrıydı."

"Her ikisinde de, sanatın herhangi bir şekline bağlanan ve şuurlu veya şuursuz bir sanat ihtirasını içlerinde taşıyan insanların körlüğü vardı."

"Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi. Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?"

"Hayatın bir değişmeler silsilesi ve her değişmenin bir tekâmül olduğunu anlamayanlar yobaz kafalı insanlardır." 

"Küçük bir yaprağın arkasında bir dünya gördüğünü zanneder de koca dünyayı görmeden yaşar."

"İlkbahar gibi bir mevsimi olan bu dünya, üzerinde yaşanmaya değer... Ne olursa olsun..."

"İçimde biriken hislerin birdenbire patlayarak beni zerreler halinde dağıtacağından korkuyorum."

"Bu nefret filan değil... İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile... Sadece bir yalnızlık ihtiyacı."

"Zannediyorum ki, tasavvuru bile baş döndüren bir suratle hiç durmadan koşup giden bu hayat ve bir avuç toprağının bile doğru dürüst esrarına varamadığımız bu karmakarışık dünya beni bir buğday tanesi, bir karınca gibi ezip geçiverecek..."

"Adeta ağır bir mesuliyetin yükünü omuzlarında hissetmekteydi ve bir insanın mevcudiyetinin bu kadar kuvvetle başka bir insana ihtiyaç göstermesi okşayıcı bir şeydi."

"Seninle yollarımızın ayrılması lazım. Ben bu içimdeki melun şeytanı bir müddet daha gezdirir ve sonra her şeye bir son veririm... Niçin seni beraber sürükleyeyim?"

"Kendi ruhunun pisliğini bu kadar yakından gören bir adam başkalarının temiz olacağına inanabilir mi?"

"Fakat ben bütün gayretime rağmen, içinde bulunduğum hayata ısınamadım. Bu hayatı anlayamadım."

"İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir. Bende bu fena cevher fazla miktarda mevcutmuş."

 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder